Seçtiğimiz sayılardan da hatırlayacağınız üzere Kingdom Come: Deliverance’ı yakinen takip ediyorum. Uzunca bir ilk bakış yaptığım bu güzide oyun, nihayet piyasaya çıkmayı başardı! Başta tarih severlerin dikkatini çekecek olan yapım, aynı zamanda RPG oyuncularının da kesinlikle tecrübe etmesi gereken bir deneyim sunuyor. İlk olarak 2014 yılında Kickstarter projesi ile kendisini ana akım medyaya tanıtan Kingdom Come: Deliverance, dönemi için uzun bir hedef listesi ve bir o kadar da büyük meblağlar peşindeydi. Nitekim kampanyayı toplam 1.106.271 Sterlin toplayarak bitirmeyi başardı ki bu esnada halen hedelediği son basamak olan 1.200.000 Sterlin’e ulaşamamıştı. Nitekim yapımcı ekibin yayınladığı videolar olsun, insanların oyuna olan eğilimleri olsun, kampanya sonrasında da oyuna olan destek hiç durmadı. Anlayacağınız kocaman bir oyun için, kocaman bir destek sunuldu ve gelin bakalım bu desteğin karşılığında nasıl bir eser ortaya koyuldu? Kingdom Come: Deliverance her yanıyla tarihsel bir oyun. İçerisinde bulunduğu dönem harika bir şekilde incelenmiş ve dijital ortama aktarılmış. Oyunda gördüğüm ve sizlerin de göreceğiniz hemen her şeyin dönem ile ilgili bir alakası bulunuyor. Tabii bu konuda daha fazla bıdı bıdı yapmadan önce birazcık oyunun geçtiği dönemden ve biraz da hikayesinden bahsetmek lazım. Kingdom Come: Deliverance, 15. yüzyılda, bugün Çek Cumhuriyeti olarak bilinen, Bohemian Tacına ve Kutsal Roma İmparatorluğuna bağlı, Bohemia Krallığında geçiyor. Kutsal Roma İmparatorluğunun ve de Bohemia’nın başında bulunan Charles IV’ün 1378 yılında ölümüyle birlikte yerine oğlu Wenceslaus IV geçiyor. Nitekim kısa sürede sadece kendi çıkarlarını düşünen ve monarşinin geleceğini hiçe sayan bir Kral olduğu anlaşılıyor. Wenceslaus’un sinsi kardeşi, Macaristan ve Hırvatistan Kralı Lüksemburglu Sigismund, Wenceslaus’un monarşi üzerinde yarattığı bu boşluğu çok iyi görüp, 1402 yılında Wenceslaus IV’ü kaçırıp hapsediyor. Kralsız kalan Bohemia, neye uğradığını şaşırıyor. Bu esnadaysa Sigismund dilediği gibi köyleri ve kasabaları yağmalayabilir hale geliyor. Bizim hikayemiz işte tam olarak burada devreye giriyor. 1403 yılında, Skalitz köyünün gümüş madenlerinde çalışan bir demircinin oğlu olan Henry’nin hayatı, Cuman paralı askerlerinin köyüne gelip içlerinde en yakın arkadaşı ve ailesinin de bulunduğu, kelimenin tam anlamıyla herkesi katletmelerinden sonra değişiyor. Olan olaylar karşısında çaresiz kalan Henry, Lord Divish’e gidip olanları anlatıyor. Bu noktadan sonraysa oyunumuz başlıyor… Karakter Kingdom Come: Deliverance kocaman bir dünyaya sahip. Yani atınıza atladıktan uzun bir süre sonra bile halen dıgıdık dıgıdık gidiyor oluyorsunuz. Fakat dünyanın büyük olması, beraberinde birçok sorunu da getirir. Bunların en başında grafikler ve grafiklerin açık alandaki kullanımıdır. Sanıyorum bu konuda en iyi işi Rockstar Games yapıyor. Yine de Kingdom Come: Deliverance bu noktada çok iyi bir iş çıkarmış diyebilirim. Özellikle kullanılan CryEngine grafik motorunun tüm nimetlerinden yararlanılmış ve dünya olabildiğince gerçekçi bir şekilde resmedilmiş. Gerçekçi derken, bazı köy ve kasabalar tarihsel gerçekçiliğin en üst seviyede olması için büyük bir araştırma sonucunda dijital ortama aktarılmış. Benzeri şekilde, bölgede bulunan kaleler de olabildiğince tarihteki tasarımına sadık kalınarak yeniden yaratılmış. Kingdom Come: Deliverance ile birlikte yaratılan dünyada gezinmeye başlamadan önce bir karakter yaratmamız gerekiyor. Yaratılan karakterin diğerlerinden farklı olması için de gerekli zemin hazırlanmış. Oyunumuz FPS kamerası üzerinden deneyim ediliyor. Bu noktada hemen her şeyi oyunun içindeymiş gibi yaşayabildiğimizi söyleyebilirim. Oyun, savaşların haricinde, ata binmekten, başka bir karakterle konuşmaya kadar birçok farklı başlıkta resmen oradaymışız hissiyatını yaratmayı başarmış ki zaten kullanılan grafik teknolojisinin bu noktadaki payı büyük. FPS olmasının getirdiği artılar ve eksiler pek tabii ki söz konusu. Eksi olarak söylenebileceklerin başında savaşlardaki algı kısmı devreye giriyor. Ayrıca etrafta düzenli olarak FPS kamerasından koşturmak da bir noktadan sonra yoruyor. Tüm bu “gerçekçi” tarihsel tasarımı içerisinde, RPG mekanikleri bulunuyor. Nitekim bu RPG mekanikleri hiç de öyle sandığınız gibi bir karakter ve sınıf ortaya çıkarmıyor. Misal, bu oyunda büyü ve benzeri fantastik öğeler yok. Herkes bir birey; yani neysek oyuz. Karakterimiz geliştirmek içinse ucu açık bir oyun mekaniği yaratılmış. Benim de uzun süredir olmasını istediğim ve nihayet görebildiğim bu yeni sistem ile karakterimizin gelişimini, verdiğimiz kararlar belirliyor. Nasıl mı? Misal, oyun içerisinde çok fazla diyaloğa girersek, ikna kabiliyetimizde gözle görülür bir artış oluyor. Buradan yola çıkarak, zaman içerisinde alım – satımları çok daha uygun fiyatlara yapar hale gelebiliyoruz. Eğer uzun süre kendimizi savaşa adarsak, savaş yeteneklerimiz giderek daha da iddialı bir hale geliyor. Anlayacağınız, karakterimiz ile aktif olarak yaptığımız hareketler, onun neye dönüşeceğini belirlememizde büyük rol oynuyor. Konu RPG olduğu zaman benim üzerine titrediğim konulardan birisi de diyalogdur. Kingdom Come: Deliverance geliştiricileri de diyaloglar konusunda hummalı bir çalışma yapmış diyebilirim. Bir defa, klasik CRPG’lerde olduğu gibi bir konuşma içerisinde yer alan cevaplama süresi sonsuz değil, aksine bir hayli limitli. Hatta bugüne kadar gördüğüm en kısa cevap sürelerinden birisi diyebilirim. Kişilerle yaptığımı konuşmalarında hem o karaktere, hem de oyunun geneline büyük bir etkisi bulunuyor. Bu da oyun içerisinde “Reputation” olarak algılanıyor. Nasıl bir üne sahip olacağımızı seçebiliyor olmak gerçekten çok güzel bir detay. Daha da dikkat çeken kısımsa bu ünün tüm oyuna yaptığı etki.
Social Plugin